ŞANLI TÜRK ASKERİ
 
  Ana Sayfa
  İletişim
  Ziyaretşi defteri
  ŞEHİT MEKTUBU
  ÇANAKKALE MEKTUPLARI
  BAZI ŞEHİTLERİMİZ
  FOTOĞRAF ALBÜMÜ
  GİFLER
  ATATÜRK ÜN HAYATI
  Anketler
  RADYO DİNLE
  CANLI TV İZLE
  KAN UYKUSU
  ŞİİRLER
  EKSTRALAR
  GALERİ
  COCA COLA REZİLLİĞİ
  OYUNLARRR
  SAAT KAÇ
  SİTEYE GİRİŞ
  Forum
  REKLAM ALANI
  Yeni sayfanın başlığı
ÇANAKKALE MEKTUPLARI
Siz Anadolu’daki şu yoksulluğa bakın ki bir şehidin kurşun deliği açılmış bir kalpağı, altı delinmiş bir potini, eprimiş bir gömleği bile satılacak kadar değerli, öte yandan ailesi de onun parasına muhtaç olacak denli fakir. Peki ya satılmak üzere açılan bavuldan bir şehidin mektupları çıkarsa!..
Bir şehid ki her şeyi mezada çıkarılsa, mektuplarına asla değer biçilemez. Çünkü o mektuplarda yalnızca kan, et ve kemik kokusu değil, kocaman hasretlerin derin aşklarını yüklenmiş bir gönül vardır.
O mektuplar ki kurşunların birbirini vurduğu, güllelerin havada göğüs göğüse geldiği cehennemî seslere sükunet verir, vatan aşkını hasretle anılan bir isme bağlayarak cesarete dönüştürür.
Kalbinin üstünde böyle bir mektubu saklayan askerin, ‘vatanı için yapabileceği hangi fedakarlık’ vardır diye sorulamaz elbette; o hepsini sırayla yapar ve canını en son verir. Çanakkale Mahşeri’nden okuyalım:

“Bu anda dışarda koşuşma başladı; eski askerler, “Saya geldi! Saya geldi!” diye birbirlerine bağırıyorlardı. (...) Binbaşı Abdülkadir, meraklı bakışlarını Binbaşı Lütfi’ye çevirince, o da bilgi vermek mecburiyetini hissetti.

-Sai gelmiş. İzmir’in köylerinde dolaşır; askerlere gönderilecek mektupları, küçük emanetleri toplar, getirir; sahiplerine verir. Sırdaş olduğu için de sevgililer selamlarını ona emanet ederler. Bu da onun gelişini çok değerli yapar.

Askerler etrafına toplanınca, Sai sağ elini heybenin bir gözüne soktu; bir mektup çıkardı ve bağırdı:

Mehmet oğlu Kara Ali!?..

Değişik yerlerden sesler yükseldi:

-Cennet-i A’lâ’da!..

-Mertebesine erdi!..

Mektubu heybenin diğer gözüne attı. Tekrar bir mektup çıkardı:

-Alsancak’tan Hayati oğlu Salim!

Kalabalığın arasından birisi elini uzatarak bağırdı:

-Ver! Buradayım!..

Yanındaki asker, Salim’in sırtına hafif bir yumruk vurdu:

-Kimden geliyor?!..

-Dur, hele zarfın arkasını okuyayım.

Eline yeni bir mektup alan Sai, yüksek sesle bağırdı:

-Kadir oğlu Hüseyin!..

Değişik yerlerden cevap geldi:

-Şehit!..

-Şehit!..

Onu da diğer göze attı; bu kere işlenmiş bir mendil çıkardı:

-Hasan oğlu Rafet!..

-?!..

Hiç ses çıkmayınca Sai tekrarladı:

-Hasan oğlu Rafet!?..

Tanıyanı kalmamıştı. Sai’nin yüz hatları değişti. Gözleri dalan Binbaşı Abdülkadir karargaha girdi; onu takip eden Binbaşı Lütfi kapıyı örttü; ama az da olsa Sai’nin sesini hâlâ duyuyorlardı:

-Musa oğlu Muharrem!..”(1)

Tarihini bilmeyen milletler kendilerine efsaneler uydurur ve gitgide efsanelere sığınmaya başlarlar. Yukarıdaki satırlar henüz hatıra ve tarih iken derlendiği için bahtiyarız. Ya kaybolup gitselerdi!..    



Şehit Kınalı Ali


Üst teğmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftan da onlarla sohbet ediyordu. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü. Merakla “Adın ne senin evladım?” der. Çocuk “Ali” diye cevap verir.

“Nerelisin?” der. Ali “Tokat Zilede'nim” der. “Peki evladım bu kafanın hali ne?” Ali “Anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım.” der.

“Neden?” der komutan. Ali “Bilmiyorum komutanım” der. “Peki gidebilirsin Kınalı Ali” der. O günden sonra herkes ona Kınalı Ali der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa surede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır.

Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Ali'nin okuma yazması da yoktur. Arkadaşlarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya: “Sevgili anne babacığım, ellerinizden öperim. Ben burada çok iyiyim; beni merak etmeyin” diye baslar. Kardeşlerini, köydekileri sorduktan sonra, kendilerini merak etmemelerini, kendileri var oldukça düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır.

Gururla mektubu bitirir; neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına NOT düşer: Ali’nin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır. “Anacağım, kafama kına yaktın; burada komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler. Sakın kardeşim Ahmet’e de yakma, onunla da dalga geçmesinler. Ellerinden öptüm” diye bitirir. Aradan zaman geçer İngilizler kati netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu'ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz, teker teker şehit düşmüşlerdi. Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış, onların sayıları da epey azalmıştı. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Ali’nin komutanı da olayı görüp yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişti, onları insan bedeninin sungu ve mermilerle orak gibi biçildiği bu yere dua ediyordu. Komutanlarının bu düşünceli halini gören ve durumun vahametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir. Kınalı Ali'nin bölüğünden kimse sağ kalmaz, hepsi şehit olmuştur. Aradan zaman geçer. Kınalı Ali'nin ailesine yazdığı mektubun cevabı gelir. Komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler. (Bu mektubun aslı Çanakkale müzesinde sergilenmektedir.) Babası anlatır.  “Oğlum Ali nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim, selam ederim. Öküzü sattık, paranın yarısını sana, yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Zaten artık Zahire’ye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da. Siz sakın bizi merak etmeyin, bizi düşünmeyin” der ve koyu akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir. “Ali, ananın da sana diyeceği bir şey var.” “ Oğlum Ali, yazmışsın ki ‘Kafamdaki kınayla dalga geçtiler, kardeşime de yakma’ demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler. Bizde 3 şeye kına yakarlar. Gelinlik kıza; gitsin ailesine çocuklarına kurban olsun diye. Kurbanlık koça; ALLAH’A kurban olsun diye. Askere giden yiğitlerimize; vatana kurban olsun diye... Gözlerinden öper selam ederim. ALLAH’A emanet olun” 

Mektubu okuyan Ali’nin komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktadırlar   


                                                Şehit   Mehmet Tevfik ,
2 Haziran 1916 tarihinde Yüzbaşı (Kolağası) Mehmet Tevfik , Çanakkale harbinde bir İngiliz mermisiyle yaralanmış ve şehit olmadan önce şu mektubu yazmıştır.

“Sebeb-i Hayatım,

Sevgili babacığım ve Valideciğim!

Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan müthiş bir İngiliz kurşunu geçti.Hamdolsun kurtuldum.Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere , şu satırları yazıyorum.

Hamd-ü senalar olsun cenab-ı Hakk’a ki,beni bu rütbeye kadar ulaştırdı.Yine mukadderat-i İlahiye olarak beni asker yaptı.Sizde ebeveynim olmak dolayısıyla ,beni vatan ve millete hizmet etmek için nasıl yetiştirmek lazımsa öyle yetiştirdiniz…Sizlere çok teşekkür ederim.

Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün hak etmek zamanıdır.Vatanıma olan mukaddes  vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum.Şehitlik rütbesine kavuşursam  , Cenab-ı Hakk’ın en sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim.Asker olduğum için , bu her zaman bana pek yakındır.Sevgili babacığım ve valideciğim,göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezihciğim önce Cenab-ı Hakk’ın sonra sizin himayenize bırakıyorum…Bana hakkınızı helal ediniz.Ruhumu şad ediniz.Refikama yardımcı olunuz.

Hepiniz her gün beş vakit kılınız…Ruhuma fatiha okuyarak beni sevindiriniz…

Elveda,elveda, cümlenizi Cenab-ı Hakk’a tevdi ve emanet ediyorum.Ebediyen Allah’a ısmarladık.Sevgili babacığım ve valideciğim.”

Oğlunuz

Mehmet Tevfik

19 Mayıs 1331 (1915)

 

 
   
Bugün 7 ziyaretçi (20 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol